8 Temmuz 2017 Cumartesi

KADINLARIN EN İYİ YAPTIĞI ŞEY


Kadınların en iyi yaptığı şey, üzerlerine olmayanları bir şekilde üstlerine oturtmaları. Herhangi bir erkeğin içinde rahat etmeyeceği, onlara yakışmayan bir gömlek dahi aldığına şahit olmazsınız. Onlar için rahatlık ve fonksiyon herşeyden önemlidir. Bir kadın ise kendine 2 beden küçük ya da büyük herşeyi alabilir. Önemli olan kıyafetin rahatlığı ve fonksiyonu değil, kendini içinde nasıl gördüğüdür. 

Beline bir kemer takar, yanlardan aldırır, pens attırır, paylarını sonuna kadar açtırır, araya parça attırır, kuş koydurur, en kötüsü keser yer bezi yapar ya da zayıflar seneye giyer. Bir erkek sadece paça yaptırır, ayağına dolanmasın yeter...

Aynı şey iki cinsiyetin ilişkiye bakış açısı içinde geçerlidir. Hiçbir erkek, bir kadının tam istediği gibi olmadığı için, yapılacak bütün tadilatları uygular, bedeni ne olursa olsun. Dediğim gibi, onun için önemli olan o ilişkinin içinde nasıl göründüğüdür. 

Erkekler buna izin vermez gibi görünse de bu sadece onların yanılgısıdır. Her kadın bir terzidir. Bu onlara doğuştan verilmiş bir meslektir, bence dünyanın en eski mesleği fahişelik değil terziliktir. Çıraklık dönemi pek suya sabuna dokunmaz, sadece izler. Annesini izler, komşuannesini izler, ablasını izler, teyzesini izler. Teori eğitimini tamamladıktan sonra staj dönemine başlar. Kendi zevki aldığı briefler doğrultusunda oturur. Bu dönemde erkeklere ise taşakları en rahat nasıl edecekse bunun teorik bilgisi verilir. O yüzden hayatlarının bir kısmı dal taşak gezerek geçer. 

Kızlar önceleri tadilat terziliği ile başlarlar. Bir erkekle mutlulukları kendi istediklerini almalarıyla doğru orantılıdır. Küçük oyunlar, arkasında bin tilki dolaşan laflar, işveli tavırlar, fırlayan tırnaklar, hüzünlü bakışlar, fotoğraf altına yapılan anlamlı yorumlar, imalı durum bildirimleri... gelecek için atılan stratejik teğeller bunların her biri. Eğer benim gibi diktiği teğeli sökmeye üşenenlerden ya da sökerken yırtanlardansanız bilin ki teori eğitimi sırasında aklınız başka yerlerdeymiş... 

Bu tadilat döneminde başarınızın kanlı canlı haute couture u hayatınızdaki erkektir. 150  kiloda olsanız artık sizi Victoria Screet mankeni gibi gösterecek bir elbiseye pardon erkeğe sahipsiniz. Ve ilk ustalık eserinizi vermiş bulunuyorsunuz, tebrikler! Bundan sonra yetiştireceğiniz oğullar sizin limited edition kapsul koleksiyonlarınız olarak vitrininizde baş köşede duracak, hmmm, bu sefer taşaklarını mücevher olarak çalışacaksınız ha?! BÜYÜLEYİCİ!

Kız arkadaşlarımı ve yakınımdaki bir çok kadını vakitlice gözlemleyip notlarımı alsaydım, sanırım şu
anda bronz dökme taşaklı bir oğlum olabilirdi. Hayatım hep serserilik, itlik peşinde geçti, BİR SOKAK ÇEŞMESİ MİSALİ (bilmeyenler Zeki Müren'den dinlesin)... 

E şimdi adamlarda bin tane terzinin müdahalesine uğruyorlar size gelene kadar, her yanı yama... Terfi edemediysen kendi atölyeni açmaya en bela tadilatlar hep sana geliyor. Terziler hep söylerler, "yeni şey getir dikelim ama nolur tadilat getirme... Tadilatı düzeltmek yenisi yapmaktan daha zor" 

Benim de son lafım; ALLAHIM NOLUR SEN TADİLAT GETİRME YÜCE RABBİM!

27 Haziran 2017 Salı

İNSANLAR NEDEN BİRBİRİNE İHTİYAÇ DUYAR?


Bu ilk yazımda, öncelikle bundan sonra okuyacaklarınızla ilgili sizi bilgilendirmek isterim. Yazdıklarımın hepsi kişisel deneyimlerime dayanır, hiçbir şekilde akademik ya da araştırmaya dayalı değildir. Tamamen, olduğu gibi bendendir. 

Soruma geri dönecek olursak, bunun üzerine çok düşündüm, mantık kurdum, hayal ettim. Sanırım herşey insanın ilk kez kendi aksini görmesiyle başladı. Bu da sanırım tarihte Narkissos'a tekabül ediyor. Yani şu an, bir insanın başka bir insana ihtiyacı kendini görme ihtiyacından kaynaklanır diyebilirim gönül rahatlığıyla. Bunu ben, kendini beğenme olarak değerlendirmiyorum. Yoksa benim Nergis diye de arkadaşım var, anamdan babamdan görmediğim iyiliğiajdlskfl........tamam şaka şaka, toparlıyorum. Şimdi bu tezimi kanıtlamaya çalışacağım. Allahım!!! Çok heyecanlıyım. İlk defa tez kanıtlamaya çalışıyorum. 

Toplumda iletişime geçtiğimiz her insan bize aslında nasıl göründüğümüzü aktarır. Farklı şeyler duyarız -"Bugün çok güzelsin!""Karıya bak!" "Kilo mu aldın?" "Abi iyi misin?" "Tırnakların çok uzun değil mi?"- ama işaret edilen hep aynıdır. Yani biz, kendimiz. İnsan en iyi yansımasını ne aynada, ne hd fotoğrafta, ne 3d sinemada , ne de hiper realistik bir resimde görebilir. İyi ya da kötü, kabul edilebilir ya da edilemez, geri dönen sizin, benim yansımam... 

Bu iletişim, yansımanın dillenmesi, yani ilk selfie, insanların birbirini idrak etmesiyle keşfedildi. Bir nevi karşındakinin yerine kendini koyma yani empati. Şimdi diyebilirim ki, ilk selfie = empati  = bir başka insan. 

İnsan yaşamı boyunca kendini göremez. Astral seyahat bile yapsa, bir başkasının kendisini gördüğü gibi göremez. Bir başkasının sizin hakkındaki iyi-kötü bütün düşüncelerine rağmen, orada gördüğü sizsiniz. Yani, hah! uzaya çıkıp bütün dünyayı, bütün insanlığı görebilmenize rağmen, kendinizi hiçbir zaman göremeyeceksiniz! NE ACI...

Ama üzülme! Senin gibi 7 milyar insan var ve bu insanların dedeleri, senin bunu 30 yılda keşfetmenden binlerce yıl önce keşfettiler, KEKO! Ve hemen temel ihtiyaçlarını da birlikte karşılamaya başladılar, avlanmak, ısınmak, korunmak gibi... Yani romantik akşam yemekleri, battaniye altında soğuk kış geceleri, seni eve bırakması gibi...

Böylelikle toplumun yapı taşı ailenin temelleri atılmış oldu. İnsanlar, kendilerini daha iyi gösteren, ihtiyaçlarını daha iyi karşılayan başka insanlarla işbirliği yapmaya başladılar. Hepsi kendilerini daha yakından görebilmeleri içindi. Öyle de oldu. 

Aile kuruldu. Sivilde birbirinin yüzüne bakmayacak insanlar bir arada yaşamaya başladılar. Birbirlerine katlanabilmek için de birbirlerini eylemeye başladılar, " canım kızım, kadın anam, aslan babam, yakışıklı oğlum" E sende kendini mükemmel gösteren bir ayna bulsan yanından ayırrmazsın herhalde. Bu "aile" denilen insanlar, bunca iltifattan sonra artık sonsuza dek birbirine yapıştırıldı. Dünyanın en iyi kaynak makinesi x 10000 falan yani. 

Ama dedim ya, sivilde görsen yüzüne bakmayacağın oluyor bazen. Çekmiyo, ten uyuşmuyo, kafalar uyuşmuyo, ufak ufak uzuyosun o birimden. Bu sefer seni sana gösteren şeyden mahrum kalıyorsun. Yoksunluk krizi başlıyor. Hooop, kankama oradan 2 arkadaş bol acılı... Acısı bi kenara, yeni aksin arkadaşların oluyor. Genelde ailen gibi sana tatlı küçük yalanlar söyleyenleri tercih ediyorsun. "Aaaabi bugün ne var sende yeaa?" "Oooo yıkılıyorsun!" "Çok iyisin b'olum!" "BUDUR!" Evet abicim, budur. 

Şimdi asıl mesele başlıyor. Senin bu gelen geri bildirimleri nasıl filtrelediğin asıl mesele. Yoksa HQ kalitesinde bir gerçeği 144p ile izlemek var, 32 bit kalitesinde bir gerçeği 1040 p izleyip görsel şölene doymak var. Bu meselede tercih, 20li yaşlarda tabii ki yüksek çözünürlüklü. 

30una geldiğinde, yaklaştığında, geçtiğinde artık aldığın verilerden oluşturduğun bir karakterin oluyor ve kimin ne dediğiyle ne demek istediğini ayırt edebilecek yargılara varabiliyorsun. Bu noktaya kendine en yakın yargıya sahip insanı kendine eş olarak alıyorsun. Yani yine döngünün başına dönüyorsun =) 

Görüntünün en kesintisiz geldiği insanla berabersin. Günümüzdeki modern ideal ilişki tanımım budur.  Peki insan böylesine decodersiz bir hd yayına sahipken neden yerel kanallarda gezinmek ister? Çünkü bir yerden sonra ünlü komedyenin de dediği gibi " burası güvenli, buradan uzaklaşma. Bana göre güzelsin AMA burada!" Tamam da orası fazla güvenli diyor bünye bir yerden sonra, boy bile değil beeeabi!" Yani insan yanlı ya da yansız onaylanmaya doymuyor. Daha fazla görünmek istiyor. Kendini göstermek ve feedbackini almak istiyor. Hatta öldükten sonra bile... Cenazeler, vasiyetler, organ bağışları... İnsan kendini görmek istiyor, her an ve daima. 

Bu çağda çok fazla görüntü kirliliği var. Hepimizin filtreleri patates. Yok yani öyle bi sistem. Hal böyle olunca da hepimiz UNİVERSE 25 de buluşuyoruz bu akşam, yok club olan değil abi. Deney olan. İnsanların bugün kendilerini görmek için başka insanlara alternatif olan teknolojileri var. Ama bu teknolojinin de karşıda başka bir insanla etkileşime girmediğinde bir anlamı yok, çöker. Çöküyor da... 

Ama insan bu çöküşte de en azından ayakta durabileceği bir dayanak istiyor. Budur insanın başka bir insana ihtiyacı yoksa başka birşey değil... DİŞİMDE BİRŞEY VAR MI ABİ?